27 Aralık 2013 Cuma

Mis gibi...

Sabahtan beri tüm televizyon kanalları sadece dolardan, eurodan ve kurun sönmeyen ateşinden bahsediyor... Tabi bu ateşi körükleyen 'hükümet, cemaat ve yolsuzluk' üçgeninden de...
Ülkem yine gündem yorgunu... Bizler de bu garip hikayenin mağdurları....

Bütün bu sıkıntılar arasında haber bültenlerine dalmışken ben, her zaman yaptığım gibi, sıyrılmak için gündemden, yine daldım yemeli içmeli hülyalara... İşte o an tam bir yıldır elimi sürmediğim bir blogum olduğunu hatırladım... Bu ruh halinden sıyrılmak için en iyi çözümün bloguma hızlı bir dönüş yapmak olduğunu düşündüm... Üstelik bu bir yıl boyunca o kadar enteresan yerlere bir çok seyahat gerçekleştirmişken hiçbirini buraya aktarmamış olmam da yine enteresan geldi bana... 

Geçtiğimiz hafta Aksaray'dan Antakya'ya dönerken yakın bir dostumun, bir kardeşimin daveti ile Adana'da verdiğim bir geç öğle yemeği arasında yediğim o müthiş yemekleri yazmak... İşte beni bu ruh halinden sıyıracak çare dedim kendi kendime...

Bugüne kadar Adana'da Adana'dan bekleyemeyeceğiniz kadar farklı lezzet ve çeşitlilikte yemekler yemiş olmama rağmen, dostumun beni yine bir kebapçıya götüreceğini düşünüyordum aslında, 'Mis Gibi'nin kapısından içeri girinceye kadar... Üstelik Ziyapaşa'daki apartmanın arkasına doğru kıvrım kıvrım dolanırken, bir tablacıya gittiğimizi bile düşündüm bir an...

Oysa mekana vardığımızda karşılaştığım şey karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Cordon Bleu mezunu genç şef Çağrı Demir ve mekanın işletmecisi Kemal Kalay'ın birlikte çalıştıkları, gizli - saklı kalmış, birkaç masası olan küçük bir bistroyu andıran oldukça sıcak ve samimi bir mekan, Mis Gibi...

Şaşkınlığımı üzerinden atamadan, bir camekanın arkasından harıl harıl çalışan şefe dikkat kesildim, arkadaşım o anda siparişleri veriyordu ikimizin yerine... Menüden de seçebileceğiniz gibi yemekleri, dilerseniz duvardaki tahtaya yazılı günlük seçenekleri de değerlendirebilirsiniz... Gerek menünün zenginliği, çeşitliliği ve farklılığı gerekse alışılmışın dışındaki yemeklerin sunuluyor olması nedeniyle Mis gibi Adana şartlarında bile onca kebaba rağmen harika bir alternatif...

Tüm yemek seçimlerini arkadaşım yaptı, ben de lezzetin ve sunumun keyfini sürdüm.

Yemeklerimiz gelene kadar balzamik sirke ve zeytinyağı karşımı ve minik ekmekler servis edildi masamıza... Ekmekler çok taze ve lezzetli idi ancak orada pişirildiğini zannetmiyorum.

İlk tabağımız avakado ve parmesanlı yeşil salata;


Avakado alışkın olmadığımız ve mutfaklarımızda pek yeri olmayan bir lezzet, bazı damaklara rahatsız edici gelebiliyor bazen, özellikle kullandığınız avakado yeterince olgunlaşmamış ve ham ise, ancak ben bu salatada yediğim olgun avakado ve traşlanmış parmesanın uyumuna bayıldım. Parmesan tadı şöyleydi böyleydi diye ukalalık yapacak değilim, bulmuşken yiyeceksin... Hele hele bu tip ürünleri servis etme cesaretini kebap cenneti bir kentte göstermiş bir şef sunuyorsa affetmeyeceksin... Kaldı ki çok da lezzetli idi...

İkinci tabağımız aslında salata ile birlikte sunulan yine bir paylaşım tabağı, onlar bir ad vermişler bu tabağa ama ben şu an adını hatırlayamadım...


Evet, patates kızartması ama öyle patates kızartması denip geçilecek cinsten değil, iri parmak patatesi kızartmış yanına sosunu üstüne parmesanı koyup öyle getirmişler. Üstelik çıtır çıtır, bu kadar kalın patatesi evde yapsan içi istediğin gibi kızarmaz, ya çiğ kalır ya da yumuşacık olur keyif vermez... Şef Cordon Bleu mezunu olunca sonuç ta mükemmel oluyor tabi ki... Arkadaşımın 'bunu nasıl yapıyorlar?' sorusuna da kendi bildiğim kadarı ile 'iki defa kızartıyorlar' diye yanıt verdim. Bu bilgiyi şefe doğrulatmadım ama okuduklarımdan doğru öğrendiysem eğer, gerçek 'french fries'ın sırrı kızartma öncesi iyice kurulama ve aralıklı ( iki kere ) kızartmada yatıyor...

Sıra ana yemekte... Kebabın anavatanında bonfile ısmarladık, ve üstelik az pişmiş istedik, 'emin misiniz? ' babında yanıtımızı yinelettiler 'evet az pişmiş istyoruz' dedik... Onlara da hak vermek lazım, ülkemizde az pişmiş ete çiğ muamelesi yapılıyor maalesef ve bir çok şefin nefret ettiğine emin olduğum şekilde tabaklardaki etler bir kez daha pişmek üzere yeniden mutfağa yollanıyor gerisin geriye...


Püre üzerine oturtulmuş ve yeşil salata ile servis edilen bu müthiş eti, üstelik hayvanın en doğru yerinden seçildiği apaçık belli olan ve tam olarak kıvamında ' az pişmiş' bu eti yeyip kendimden geçtim adeta... Bizimkilerin eti neredeyse çiğ yediğimi iddia edip, yakında kudurucağıma kanaat getirmelerine inat, o kırmızı suyun kan değil, etin özsuyu olduğunu anlata anlata dilimde tüy bitti maalesef... Ama vazgeçmiyorum, yaşadığım şehirde bile, siparişi alanların, eti pişirenlerin ve hatta çoğu zaman mekan sahiplerinin bile tüm yadırgamalarına rağmen etimi hep az pişmiş istiyorum... Bir de yakında kasaplara istediğim eti kestirebilirsem, işte o zaman değmeyin keyfime...

Seçenekler mevcuttu zannediyorum ama biz öğle saatinde ve trafiğe çıkıp yola devam edecek olmamız nedeniyle sadece su içtik bu güzelim tabağın yanında...

Yemeğini yedikten sonra kanı şeker isteyen her standart Türk erkeği gibi biz de bir tatlı sipariş ettik elbet, ama aşırıya kaçmamak için aynı tabağı paylaşmaya karar verdik ve sunumuyla bile baştan çıkaran o güzelim tiramusu 'bardağına' çaldık kaşıklarımızı her birimiz bir yandan...


Üzeri muzlarla döşenmiş, çikolata kreması ile bezenmiş bu harika bardak ile tamamladık yemeğimizi..

Biz tatlımızı kaşıklarken, yan masamızda yemeğini tamamlayıp kalkan hanımların ' bir dahaki sefere lazanya yemeğe geleceğiz ' diyerek ayrılmaları, bilinçaltımda bir dahaki  gelişimizde neler yeyebileceğimiz başlığı altındaki gerekli yerlere kayıtlarını aldı....

Biz ayrılırken, şef  ve işletmeci ile  ayak üstü sohbet etme fırsatımızda oldu, anladığım kadarı ile ikilinin hedefleri büyük, şu an bile teklifler aldıklarını söylediler. Üstelik belli bir müdavim kitlesi bile yarattıkları çok açık ortada, ancak onlar yavaş yavaş ve emin adımlarla büyümek ve büyük işler yapmak istiyorlar... Bu tamamen benim izlenimim tabi... Umarım öyle de olur, çünkü bu tip mekanların sayısının artması ve alışılagelmiş kalıpların değişmesi gerektiğini düşünüyorum.


Ben misafir olduğum için hesap ödemedim, ama ödenen tutarı gözümün ucuyla da olsa gördüm ve oldukça makul buldum...

Mis gibi, adı gibi mis gibi bir mekan... Harika bir alternatif... En kısa zamanda size de öneriyorum...

MİS GİBİ
Kurtuluş Mah. Ziyapaşa Bulv. Akdemir Apt. No:28/A ( Ziyapaşa Gönül Kahvesi Arkası ) ADANA
Tel : 0 536 926 78 09 Facebook : Cafe MİSGİBİ

Bizim gittiğimiz saatte öğle servisi yeni bitmişti ve bir iki masa vardı, ama öğle servisinde çok kalabalık olduğunu söylediler... Rezervasyon yapıyorlar mı bilmiyorum ama öğle yemeği için gitmeyi düşünüyorsanız aramanızı tavsiye ederim.

Hoşçakalın, sevgiler...

Volkan

5 Ocak 2013 Cumartesi

Nusr-Et Steakhouse ( Nusret )

Bütün Türkiye onu konuşurken, insanlar gidip yemeğini yemek için fırsat kollarken, benim seyirci kalmam beklenemezdi herhalde... Vazife beni çağırdı, ben de hepinizin adına koştum gittim... Gittim derken gittik... Bir arkadaşımız gitmeden birkaç gün önce arayıp bize mekanın en güzel masası denebilecek yuvarlak masayı ayırmıştı. O arkadaşımız kendini biliyor.. Bir kez daha teşekkürlerimizi iletiyoruz :))
O akşam Nusret'e gideceğimizi günler öncesinden biliyor olmamıza rağmen, hem bir önceki gün City's Mahalle'deki Günaydın'da , hem ondan da bir önceki gün İstinye Park Pazarındaki Günaydın'da  kırmızı ete abanmış olmamızın mantıklı bir izahı olmadığını söylememe gerek olmadığını biliyorsunuz...

Bu haleti ruhiye içerisinde gitmeye hazırlanırken, mekan hakkında yaptığımız ön araştırmanın sonucu ortak kanaat garsonların ilgisizliği ve ukalalığı idi. Yemek hakkında bir iki ufak ve basit eleştiri dışında öyle kayda değer bir not yoktu ama neredeyse tüm yorumlar garsonlar üzerine yoğunlaşıyordu.

Tüm bunların aksine mekana adım attığımız andan son dakikaya kadar bizim ile ilgilenen sevgili garsonumuzun ( adını not etmemiş olmanın ayıbını kabul ediyorum ) yoğun ilgisi, sanki yorumları okuyup gelmişiz de, bu yanlışı düzeltmeye çalışıyorlar algısı oluşturmadı desem yalan olur. Yemek seçiminden şarap seçimine kadar herşey ile yakından ilgilendi, tavsiyelerini iletti ve hatta öyleki geceye menü kartına el sürmeden son verdik. O da içimde kalmadı desem yine yalan olur, bari menüye bir göz gezdirse idik hiç fena olmazdı. Ama biz neyi yiyeceğimizi bilerek gitmiştik ve öyleki gece sonunda yedi kişi kaç kilo et yediğimiz konusunda çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Ben deyim 3 siz deyin 5 :))

Evet tüm yemek seçimlerini kimseye danışmadan ben yaptım, sağolsunlar arkadaşlar da hiç müdahale etmediler, ama başta hem benim o gece bir kadeh dışında alkol almamın mümkün olmaması ( İstanbul'da alkol kontrolünde müthiş bir artış var ) hem de açıkçası şarap konusunda çok yetenekli olmamam nedeniyle gece boyu içilecek şarapları bir başka arkadaşım seçti. O da kendini iyi biliyor, isminin ilk harfi Bereket :))
Seçtiği her iki şarap ta müthişti, hakkını teslim etmek lazım... Ama konumuz şarap değil yemek ve artık bu koca girizgah sonrası sıra yemekte....

Yemeklerimiz gelene kadar ortaya iki salata istedik. İlk salatamız tulumlu roka , diğeri mevsim salata... Birer başlangıç olarak sorunsuzlardı, ancak mevsim salatasında yine mısır vardı. Sordum, artık salataya mısır koymayan mekana ceza yazıyorlarmış ondan koymuşlar...!

Hemen ardından Füme Et ve Carpaccio ile açılışı yaptık... Her ikiside müthişti. İllaki eleştiri olacaksa şunu söylemek mümkün, kalabalık masaya ortaya servis edilen tabakta peynir varsa, münkünse o peynir traş olmalı, dilim değil, hele de parmesan da bahsediyorsak.. Çünkü ben her lokmamda etin, otun ve peynirin tadını almak istiyorum. Ama peynir kocaman bir dilim olunca biri tabağına alıyor ( ki o bendim :)) ) ve diğerleri et ve ot ile idare etmek zorunda kalıyorlar :))

Garsonumuzun tavsiyesi ile istediğimiz tüm lezzetler arka arkaya, çok hızlı olmayacak şekilde ve ikişer porsiyon olarak geldi ve hepimiz ortadan yedik.... İlk tabağımız mekanın alameti farikası Lokum... Kızarmış baharatlı patatesler ile servis edildi. Tuz dışında hiç bir baharat kullanılmamış, üzerinde ızgara izleri ile insanı adeta kışkırtan bir lezzet bombası bu Lokum denen şey...

Bir sonraki tabağımız Şaşlık, soğan ve pişim sırasında eti marine ettikleri sos ile sunulan ince dilimlenmiş harika bir lezzet.. Sosunda ağırlıkla hardal ve tane karabiber baskın tatlar, ama başka baharatlar olduğu da aşikar... Tam anlayamamakla birlikte zerdeçal  ya da köri gibi bir tat olduğunu zannediyorum. Daha önceki İran seyahatlerimden isim olarak aşina olduğum bir yemek, ama sadece ismi ile aşina, zira buradaki lezzet olarak çok farklı bir noktada...

Antrikot... Harika pişmiş adeta helva olmuş bir et yedik.. Yağ ile pişirip ete lezzet katmak bir yöntem olarak kabul edilebilir, ama servis öncesinde fazla yağlarından arındırılmasını tercih ederdim doğrusu.. Yine de muhteşemdi.
Ve final.. Onlara göre kafes bana göre kapan :)) Bunca dana eti yetmedi mi diyenlere kuzu kafesi... böyle bir şeyi daha önce yemediğinizi garanti edebilirim. O geceye kadar, hayatının en güzel etini nerede yedin sorusunun cevabı benim için Antep'te Halil Usta idi. O gece bu yantımı revize ettim: Nusret Kuzu Kafes






Bu kararda Nusret'in bizzat bizi masamızda ziyaret etmiş olması ve kafesi servis etmesinin payı yüzde kaç onu bilemiyorum ama :)) Sonrasında bütün gece şu sorunun yanıtını aradım durdum. Acaba Nusret bizim masaya biz olduğumuz için mi geldi, yoksa her kafesi o mu servis ediyor ? Yanıtı bulmam uzun sürmedi, hesabı öderken yanıt beynimde yankılanıyordu, ben Nusret olaydım o hesaba, değil sadece kafesi bütün etleri, üstelik her masaya servis ederim...

El netice; işin tüm şakası bir yana Nusret hem mekan olarak hem de şahıs olarak başlı başına alkışlanması gereken bir başarı öyküsünün ta kendisi... Her ne kadar şu an arkasına müthiş bir yazılı, görsel ve sosyal medya ve koskoca bir holding desteği almış, küçük Türk burjuvasinin olmazsa olmazları arasında yerini almış olsa da bir süre sonra popülerliğini yitirip aramıza dönünce lezzetinden ödün vermeyeceğine emin olunabilecek kadar çekirdekten yetişme, işine sahip bir zanaatkar, bir usta...

Bu gecenin bir yılbaşı gecesi olduğunu da dipnot olarak iletmek istedim..

Ellerinize sağlık Nusret ve Nusr-Et Ekibi...

Sevgiler
Volkan....

19 Aralık 2012 Çarşamba

Son zamanlarda yediklerim...

Yazmanın ne kadar zorlu bir iş olduğunu anlamak için sizi  ve yazdıklarınızı takip eden bir kitleye ihtiyaç varmış meğer... Bir blog yazmak öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değil anlayacağınız... Yazmak istediğim onlarca konu varken, zaman ayıramamak ve dolayısı ile yazamamak çok üzücü.. Neticede artık azımsanmayacak bir tıklanmaya sahibim :)  Düzenli okur, düzenli yazı istiyor... Okuru da küstürmemek lazım nihayetinde... 
O zaman koca bir seneyi bitirmek üzere olduğumuz şu günlerde elinize koca bir bardak çayı ya da kahveyi alıp, sıcacık battaniyenizin altında keyifle izleyeceğiniz resimler ve merakla okuyacağınız notlar paylaşmak istedim. Son zamanlar neler yemişiz, bu göbeği nerelerde, neler ile yapmışız göresiniz diye...

Mutlu yıllar...


Bosna Hersek seyahati ile başlıyoruz... Burada her yer börekçi... Kıymalı, peynirli ve patatesli.. Üstelik sudan ucuz...


Ana yemek öncesi aperatif olarak peynir, süzme yoğurt arası, biraz bizim tuzlu yoğurdu andıran bir ikramları var.. Aynı malzemeyi ( tabi onlar peynir diyorlar ) biberin içine doldurup bu biberin turşusunu kuruyorlar ki o da harika bir lezzet, tabi biraz tuzlu sevenlere...


Ana yemek et... Geleneksel bir yemek değil ama burada et yemek geleneksel... Dört gün boyunca önünden geçip durduğumuz bu mekanda ancak dördüncü gün sonunda yer bulabildik.. Değdi mi? orası da tarşılır... Detaya dikkat etmenizi rica ediyorum, etler sıcak levhalar üzerinde servis ediliyor, yani servis sırasında hatta siz yerken bile pişmeye devam ediyor...

Çarşı pazar gezmeden, bir şehre gezmiş olmuyorsunuz.. İşte size Saraybosna Sabit Halk Pazarı...



Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da karpuzu dilim dilim alabiliyorsunuz...


Pazarın içinde ayrı bir bölümde ve tamamen hijyenik olarak et ve et ürünleri, tavuk ve domuz ürünleri satılmakta... Envai çeşit ürünü keyifle izleyin diye.. Almanıza da gerek yok, konuksever satıcılar tadına baktıra baktıra doyuruyor zaten sizi...




Birazda memleketten bildirelim, efendim ikisi benim de eserim. Üstte ricotta peyniri ve ıspanak dolgulu tortellini, mantar ve krema ile, salata olarak ta fesleğenli, üzüm domatesli di peyniri... Altta domates ve jumbo karides ile spagetti... Afiyet olsun...

Dostlarla birlikte bir Bodrum seyahatinde otelmizin Ala Cart'e deniz mahsulleri restaurantında keyifle yenen bir yemek... Kervansaray Bodrum...





Yine beni bir eserim, karşınızda Salmon Fish Cake...
Bir başka Bodrum seyahatimizde Ortakent'te konuk olduğumuz mekanın spesiyalitesi Balık Pilaki..

Suyunu kaşık kaşık içtik...



 Saraybosna - Mostar arası dağlarda ( aynı bizim Bolu Dağı gibi ) közde kuzu çevirme... Üstelik közde pişmiş patates ve lahana salatası eşliğinde...





Memleketimizin medarı iftiharı, Salah Restaurant... Gerçek kebap yemek için gidilecek tek yer..




Adana'nın sürprizi, Şato Restaurant ve eşsiz mutfağı.. Rakı ve dostlar birarada olunca, insan daha ne ister...

İsmail ustanın özel ikramı, Balık Simit


Rota değiştiriyor sizleri ortadoğuya götürüyoruz... Muhteşem Kahire ve Mısır...

Bizleri ağırlayan aile ile Nil Kenarına demirlemiş ( tüm diğer mekanlar gibi ) büyük bir gemiden devşirme Nile City adlı mekandayız... Menümüzde balık ve deniz ürünleri var... Ancak burada tüm diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi seçme özgürlüğümüz yok.. Konuğu olduğumuz aile ne derse ve yerse aynısını yemek zorundayız... Üstelik ağzınızdan en son çıkması gereken sözcük ' yeter '... Sakın bu kabalığı yapmayın.. Siz hep yiyin.. Ben öyle yaptım...


Balık çorbası

Izgara Çipura
 
Herşey çok ama çok baharatlı...
 









Aynı aile bizi bir gece de evinde ağırladı.. Ev yemekleri bizimkilerden pek te farklı değil aslında...
 



 
Pendik Marina'da Sancak Restaurant'tayız.. Vedat Milor'un tavsiyesi ile muhteşem Boşnak Mantısı ve Soka keyfi yapmak için...
 

 
Son durağımız yine memleket... Samandağ Ata'nın yerinden Lagos Izgara ile veda ediyoruz...
 
2013'te de yaşamak için yemeyin, yemek için yaşayın...
 
Mutlu yıllar...
 
Volkan.....