13 Ekim 2011 Perşembe

Masala Cafe by Çağın Aldağ

Ankara’nın Çankaya semtinde, siyasi zevklerin hakim olduğu mekanlar olsa da, birçok elçilik dolayısıyla oldukça renkli mekanlara rastlamak mümkündür. Turistik gözüken ve elçiliklerde çalışan yabancılara yönelik hizmet veren bu mekanlar genellikle elçiliklerin temsil ettikleri ülkelerin yemeklerini bizlerle buluşturuyor.
Her zaman baharatlarıyla ilgimi çeken Pakistan mutfağı için de adresimiz Masala Cafe. Benim kadar lezzet düşkünü ve bir o kadar da bu işlerden anlayan bir Adana’lı ve bir de Antakya’dan gelen bir arkadaşımla Masala Cafe’deyiz.





Masala Cafe adını ‘Garam Masala’dan alıyor. Garam Masala, kimyon, tarçın, karanfil, kişniş, karabiber ağırlıklı bir baharat karışımıdır. Hint usulü bu baharat genellikle Endonezya yöresinde kullanılıyormuş.
Saat 14.00 gibi mekana gittiğimizde yemekler bitmiş herkes gitmişçesine bir atmosfer var. Meğerse, saat 12.00-13.30 arası öğle arasına çıkan çalışanlar için açık büfe hizmeti sunuluyormuş. Açık büfe Pakistan yemekleri! Ancak tabiki açık büfede pek de fazla bir şey kalmamıştı.
Gazete şeklinde bir menü geliyor –bu sizde kalabiliyor-. Bir sürü değişik isimli tavuk veya kuzu yemeği ile karşı karşıyayız. Baharatlı hepsi, kimisi çok tatlı, kimisi acı, ekşi… 3 kişiyiz ve üçümüzde değişik tatlar denemek istiyoruz. 3 farklı yemek istedik paylaşmak üzere. Bu arada öncesinde aperatif olarak baharatlı nohut ve özel sosuyla beraber servis edilen kızartmalar sunuluyor.




Menüde ki çoğu ismi anlamasanız da, altlarındaki açıklamalar ne yiyeceğinize ışık tutacaktır. Biz de öncesinde ‘Keema Samosa’ sipariş ediyoruz. Keema Samosa, kişniş ve kıymalı bir börek. Özelliği, şişkin ve içinin oldukça dolu olması. Keema Samosa’dan sonra ana yemekleri sipariş ediyoruz. 3 farklı seçenekli siparişimiz makhani, madrazi.. ve adını hatırlayamadığım bu seçenekleri tavuk olarak tercih ediyoruz. Sipariş sırasında acı durumu soruluyor. Üçümüzde acıyı çok sevmemize rağmen Hint, Pakistan yemeklerinin acılarını göze alamıyoruz ve orta acılı seçiyoruz.
Yemekler Pakistan pilavı ve haşlanmış patates ile havuç ile servis ediliyor. Üzerleri sosla kaplanmış üç farklı tavuk yemeği.. Tek tek tadına varıyoruz. Tatlı olan fazla tatlı geliyor. Ekşili seçeneğimiz ise biraz tatsız. En çok daha acı ve domatesli soğanlı tavuğu beğeniyoruz. Buraya önceden gelen arkadaşım servisin bu şekilde yapılmadığını, bakır kaplarda yemeklerin geldiğini ve porsiyonların daha büyük olduğunu söyledi. Fakat öğle yemeğinden sonra gelmemiz şanssız bir tesadüf olabilir. Garsona sorduğumuzda bakır kapların akşamları servis edildiğini öğreniyoruz. Kısacası akşamda gitmekte fayda var.




Körinin eksik olmadığı bu tavuklar gerçekten değişik lezzetlere sahip. Orijinallerine yakın mıdır bilemem ama Ankara’da değişik tatlara sahip oldukları kesin. Fakat unutulmamalı ki çok doyurmuyorlar. Fiyatlar ise tavuk/kuzu seçenekli ana yemeklerde 12-18 TL arası değişiyor.
Bir dahakine akşam gelmeyi kararlaştırarak Masala’dan Sushico’ya geçiyoruz doymak üzere. Pakistan’dan uzakdoğu’ya.. Sushico ve Uzakdoğu yemekleri de çok yakında.
Fiyat ***** Servis **** Sunum**Lezzet***Mekan***
Adres: Paris Caddesi Şili Meydanı No:49/E Çankaya / Ankara
Telefon: 0 312 428 60 60

9 Ekim 2011 Pazar

Bizim Kebapçı - Süleyman Ustanın Yeri

İnsan uzun zamandır yazmayınca nereden başlayacağını bilemiyor maalesef… Hele de yazmamanın sebebi yememekten ziyade vakit ayıramamak olunca damağınızda hissettiklerinizi yazmak üzere akılda tutmak daha da bir zorlaşıyor…
Yaz boyu tattığımız lezzetlerden ve gezdiğimiz mekanlardan hangisini yazarak geri dönmeli diye düşünürken, geçtiğimiz hafta içi birakşam İlke ile birlikte akşam yemeği yememek üzere verdiğimiz kararı son anda bozmamız ve kendimizi Bizim Kebapçı da bulmamız ile bu yazının rotası da değişti birdenbire…
Olması gereken de bu idi aslında… Çünkü bu blogu insanlara rafine mekanlardan ziyade, lezzet kaçamakları yapabilecekleri alternatif mekanları tanıtmak amacıyla oluşturmuştum …
Bizim Kebapçı, gerçekten de adı gibi bizim kebapçı, İlke ile ilk zamanlarımızda sıklıkla gittiğimiz, sonrasında hala pas geçmediğimiz, sıklıkla uğradığımız bir mekan… Aç kaldığımızda aklımıza ilk gelen yerlerden biri…
Antakya’ya bağlı, hemen hemen herkes tarafından bilinen beldemiz HARBİYE’deki onlarca kebapçıdan biri. Harbiye, lokantaları ve dürümcüleri ile ülkemizin bir çok yerinde bilinen, tanınan bir yöre… Özellikle İstanbul’da bir çok dürümcü ve kebapçıda Harbiye Usulü Döner, Harbiye Dürümü, Harbiye Usulü Tavuk gibi ifadelerle karşılaşmış olmanız muhtemeldir. Gerçekten de aynı malzemeyi kullanarak yapılan dürümü ya da tavuğu Harbiye de yemek ile başka bir yerde yemek arasındaki farkın gerekçesini anlamak çok güç bilmeyen için..






Kebapçı, deyince aklınıza porselen tabaklarla, gümüş çatal bıçaklarla yeyeceğiniz günümüzün trend kebapçıları gelmesin lütfen, zira burada size vaad edilen hijyenik bir ortamda yeyebileceğiniz enfes bir dürüm. Burada Adana, Urfa, Sebzeli, Beyti, Patlıcan ve benzerleri gibi isimlendirmeler yok… Burada KEBAP var, gerçek kebap.. Kıyma, Kuşbaşı, Acılı, Acısız gerçek Antakya Kebabı.. Sırf yağlı koyun etinden yapılan, yediğinizde midenizi allak bullak eden, yemeden bile kokusundan ağırlaştıran kebaplarla alakası dahi olmayan bir kebaptan söz ediyorum.






Karşılanmanız ile masaya gelen salata ( içeriği mevsimine göre değişiyor ), zerzevat ( Antakya’da kebabın olmazsa olmazı bol maydonoz, soğan, sumak ve azıcık salça ile yapılan bir salata ) ve turşu ile başlıyorsunuz yemeğe ve bunlar için herhangi bir ücret talep edilmiyor. Hemen dürümünüzü sipariş ediyorsunuz, çok kısa bir sürede o da kocaman bir ısırık almanız için parmaklarınızın arasında oluyor. Dürümünüzü soğansız istediyseniz soğansız bir zerzevat, bir şiş kebap ( kıyma ya da kuşbaşı ) pişmiş domates, acılı istediyseniz közlenmiş biber, zeytin yağı ve biber salçası ile soslanmış incecik lavaşa sarılıyor ve size servis ediliyor. Bir kez bu dürümü yiyenlerin bundan sonra Antakya dışında yediklerine ne isim verecekleri gerçekten bir muamma…







Unsurların hepsi ayrı ayrı ana lezzeti oluşturan bir parça, herhangi birindeki bir kusur bütüne yansıyor, kalın ve pişmemiş bir lavaş ( bu arada bu ekmeğin Antakya’daki adı Kebap Ekmeği ) acımayan acıtmayan bir közlenmiş biber, yanlış bir biber salçası en az et kadar uyumunu bozabiliyor dürümün.
Bu arada seçenekleriniz sadece kıyma ve kuşbaşı kebap ile sınırlı değil, isterseniz tavuk, isterseniz ciğer ve hatta tüm diğer sakatatları da sunabiliyorlar, ama Harbiye ve dürüm deyince size sunulan şey bunlar değil.
Her şey gözünüzün önünde oluyor ve bitiyor, usta siparişinizi tezgahta hazırlarken, hemen arkasında ki mangalda köz köz olmuş kömürler sıranın onlara gelmesini bekliyorlar. Arkadaşlar candan ve çok sıcak.. Bir gideni bir daha unutmuyorlar ve bir sonraki gidişinizde evinize gelmiş gibi karşılanıyorsunuz. Servis hızlı ve temiz, geç saatlere kadar da sürüyor. Fiyatlar çok makul, bir kişilik dürüm için ödeyeceğiniz tutar sadece 6 TL.
Burada yaşayan herkesin Harbiye’de bir dürümcüye takıldığı varsayımdan hareketle, bazı arkadaşlarımın tercih ettiği diğer dürüm – kebapçıları da denemiş biri olarak size tavsiye edebileceğim tek yer Bizim Kebapçı – Süleyman Ustanın Yeri…
Önümüzdeki günlerde yepyeni alternatif lezzet duraklarında buluşmak üzere..
Sevgiler…
Volkan…
Çağlayan Mah. Ürgen Cad.
Harbiye / Antakya

1 Ekim 2011 Cumartesi

Burger Story by Çağın Aldağ

Öncelikle uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. Oldukça yoğun günlerden dolayı aksayan yazıları zaman buldukça yeniden göreceksiniz.
Son zamanlarda et ve kasap konseptli mekanların ününden geçtiğimiz yazılarda bahsetmiştim. Bugün de, yine kaliteli etten bahsedeceğim ama yalnızca hamburger halinden. Benim gibi ananası çok seviyorsanız -hele ki ananasların yemeklere verdiği tadı- kesinlikle devamını okuyun.
Buger Story şimdilerde Panora şubesini açıyor. Adı üzerinde olduğu gibi yalnızca ‘burger’ üzerine çalışıyor.
İlk olarak ambiyans çok ilgi çekici. Ama tipik bir Amerikan tarzı hakim, koskocaman bir menü..
Başkangıçlar olarak çıtır tavuk, falafel, sigara böreği gibi seçenekler var. Falafel çok küçük bir porsiyonla servis edilmesine rağmen çıtır tavuklar oldukça doyurucu. Başlangıç olarak salata veya çorba tercih edenler için de, yalnızca brokoli çorbası ve 4 çeşit salata var. Mercimekli salata, Falafel salatası, Karamelize soğan salatası ve son olarak Burger Story salatası. Hiçbirini denemediğim için bir yorum yapamayacağım.
Burgerler kısmında ise %100 dana etli, istediğiniz gibi pişirilen ve oldukça dolgun etlere sahip burgerler var. Benim tercihim her zaman ananas ve guacamole soslu orta pişmiş burger. Harika bir tat. Yanında koca bir sepet zigzaglar şeklinde orta kızarmış çıtır çıtır patatesler geliyor. Ve tabiki hangi sosu isterseniz önünüzde. Hardal, acılı hardal, BBQ, acı sos… Bu hamburgerlerin fiyatı 16.50TL. Burgerler genel olarak 14TL ile 17.50TL fiyatları arasında.
Eğer %100 dana eti tercih etmezseniz tavuk severler içinde 3 çeşit burgeri var. Normal tavuk, tavuk&cheese ve teriyaki tavuk burger. Ayrıca başta dikkati çeken Amerikan havası menüde ki hotdogları ve milkshakeleri görmemizle beraber somutluk kazanıyor. Amerika’da burger ve milkshake tüketimi konusunda bir kültür var. Hamburgerle beraber veya sonrasında milkshake içiyorlar. Ancak buradaki milkshake tabiki fastfood restoranlarında olanlardan değil.
En büyük tavsiyem, harika bir burgerden sonra tropik veya brownie’li milkshakeleri içmeniz. Milkshakeler ise 9 TL ile 11.50 TL arasında değişiyor.
Ankara Kentpark’a gelip burada yemek yemeden dönmeyin derim. Fastfood’un en lezzetli hallerinden biri.
Adres: Eskişehir yolu 7. KM Kentpark AVM Zemin kat No:16449A Çankaya ANKARA
Telefon: 0 312 219 93 33

14 Eylül 2011 Çarşamba

Cunda Giritli by Çağın Aldağ

Önsöz by Volkan EKMEKÇİ;

Dostlar,

Beyaz Altın 'Pamuk' hasadı başladı... Pamuk ; ülke ekonomimizin can damarlarından biri olduğu gibi benim ekonomimin de can damarı... Buna bağlı olarak işlerimin yoğunluğu nedeniyle bir süredir yazamıyorum ve sizden çok kısa bir süre daha izin istiyorum... Bu arada bizleri yazıları ile şenlendirip blogumun aktif kalmasına yardımcı olan sevgili Dostum Çağın Aldağ'a da çok teşekkür ediyorum... Sağol 'Ortak'..
Şimdi sizleri Sevgili Çağın'ın tatilinde bir Cunda lezzetleri yazısı ile başbaşa bırakıyorum..

Sevgiler..

Cunda Giritli...

Ayvalık, Cunda Giritli Balıkçısı:
1 haftalık moladan sonra, Ege sahillerinden herkese merhaba.
Ege’de balık yenecekse Cunda’da yenir. Bu 2 kere 2, 4tür. Sahilden başlarsınız yürümeye, herkes içeri davet eder ama hepsi farklı farklı. Ben de size Cunda Giritli Restaurant’tan bahsedicem..
Denizin kıyısında, kapısında ki camlı dolapta 50den fazla çeşitte mezesi bulunan bu mekana ilk girdiğimizde ki balık kokusunu anlatmaya kelimeler yetmez. . Mezeleri seçerken aç gözlü davranmamak elde değil. Hepsinden istiyor insan, hepsi taptaze, zeytinyağı kokulu. Ara sıcak seçimleri de bu dolaptan yapılıyor, karides, kalamar, midye..
Servis hızı ve ilgili personel en az yemekler kadar iyidi. Rakı tercihimizi yaparken istediğimizi alabileceklerini söylediler. Ve büyükşehirlerde bile zor bulunan yeni rakının ‘a’la’ serisini 7-8 dakika içerisinde bulup getirmişlerdi bile. Bu arada sarı zeybek ve kulüp rakısından sonra yeni rakının ‘ala’ serisi kesinlikle tavsiyemdir! Ehli keyflerde servis ediliyor rakı bu arada.
Mekan personeli kesinlikle sizi memnun etmek için varlar. Normal halde gelen ekmekler mezelere uygun bir şekilde isteğimiz doğrultusunda 2 dakika içerisinde kızarmış olarak yeniden yanımıza geliyorlar. Bu restoranda en önemli konulardan biri, boş meze tabaklarıyla balığı yemiyorsunuz. Balığın masaya gelme hızı oldukça yüksek. Bir yandan balığınızı yerken bir yandan da meze yiyebiliyorsunuz. Ekmek ve meze tıkamamış oluyor.
Mezelerde asla büyükşehirlerde bulunmayan bazı tavsiyeler ise: Rum böreği, kekikli ahtapot, labada salatası ve mazana. Bunları muhakkak denemelisiniz. Özellikle Mazana, birçok deniz ürününün, közlenmiş patlıcan ile karışarak oluşturduğu bir çeşit meze. Sanki deniz kokusunu yiyoruz ama bir yandan kızarmış ekmekle beraber patlıcanın tadını alıyoruz.
Balık tercihinde ise, Cunda’nın kendine has ve başka yerde olmayan bir balık türü var. Papalina. Hamsi balığını andıran ama rengi daha açık ve boyu uzun, cips gibi yenilen, küçük kızartılmış, hamsiye göre daha dolgun etli bir balık türü. Bunu ister meze gibi ortaya, ister ana yemek olarak yiyebilirsiniz. Balıklar günlük olduğundan her türe ulaşmak maalesef imkansız. Ama Ege balıklarının şahı barbun ve somon, papalinanın yanında her zaman taze olarak mevcut. Somon tercih edecekler asla pişman olmayacaklardır. Ancak somonun porsiyonu diğer yediğim somon tabaklarına oranla daha küçüktü. Yediğiniz yemeği yanında tereyağlı karides ile beraber yemelisiniz. Tereyağlı karides Giritli restoran’ın en güzel yemeği diyebilirim.
Lezzet ve mekan şahane derken insan her balık restoranında olduğu gibi hiçbir menü görmediği için hesabı merak ediyor. Bunu bir karşılaştırma ile anlatacağım. Ankara’da Marmaris balıkçısında hemen hemen aynı meze sayısı ve balık, 20cl. Yeni rakı (yeni seri) 3 kişilik bir akşam yemeği 170 TL.
Cunda Giritli Restoranda ise yine 20cl. Yeni rakı (ala serisi) 4 kişilik bir öğlen yemeği 190 TL.
Fiyat kesinlikle şaşırtıcı, fotoğraf çekerken denize düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımız derecede denize yakın bir masa, oldukça doyurucu yemekler ve ilgili personel kesinlikle daha fazlasını hak ediyordu. Cunda’ya yolu düşen herkese balıkçıların olduğu sahilde ki Giritli Restoran’ı tavsiye ediyorum
Fiyat ***** Servis ***** Sunum**** Lezzet**** Mekan****
Adres: Namık Kemal Mah. Çarşı Cad. no:27 Sahil Boyu PTT Karşısı, Cunda, Turkey

25 Ağustos 2011 Perşembe

Komşu by Çağın Aldağ


Komşu
Son zamanlar tüm Türkiye’de olduğu gibi Ankara’da da meyhane konseptinde ki mekanlar revaçta. Bu mekanlar, çeşit çeşit mezeler, ana yemek, tatlı veya meyve ve sınırsız yerli alkollü olarak düzenlenen fix menülerle oldukça yüksek karlar elde ediyor. Buna karşılık sundukları hizmet kalitesi ve olmazsa olmaz canlı müzik eğlencesi mekandan mekana ve bu fix menünün fiyatına göre değişiklik gösteriyor.
Ankara’da bu tarz gitmediğim çok az yer kaldı diyebilirim. Ve içlerinden en iyisi sayılanlardan biri olan ‘Komşu’ bugün ki yazımızın konusu.
Komşu denilince aklımıza ne geliyor? Komşu bizim aklımıza ne olarak yazılmıştır çocukluktan beri, yan komşu.. Karşı komşu.. Daha genel bir yorumda bulunacak olursak, komşumuz, Yunanistan!
Mekanın önüne geldiğinizde küçük bir bahçe karşılıyor sizi, meyhane dedik ama oldukça modern insanlar, mekanın önünde ellerinde rakıları, ve içeriden gelen çılgınca eğlenen insan sesleri.. Kapıdan girdiğimiz zaman oldukça darmış gibi geliyor mekan ama tamamen girince anlıyoruz ki, dışarıdan gözüktüğünden daha büyük. Bembeyaz duvarlar ve duvarlarda ki mavi panjurlar, tahta sandalyeler ile tam bir Ege! Fakat rezervasyon yapmazsanız ancak buraya kadar olan kısmı görebilirsiniz. O yüzden muhakkak rezervasyon yapın! Bizim için ayrılan masamıza oturuyoruz ve oturduğumuz anda 7 çeşit meze, rakı, su ve buzumuz geliyor. Taptaze kızarmış ekmekler eşliğinde. Ana yemeğe kadar doymamak neredeyse imkansız. Harika mezeler sunuluyor. Komşu’nun sloganı ‘bir ege restoranı’, önümüzdeki mezelerde tamamıyla bu konseptte geliyor. Hepsi birbirinden güzel ve kaliteli zeytinyağlılar, deniz börülcesi, kalamar, kuru domates salatası ve dahası.. 2. 3. Kadehe geçerken canlı müzik ekibi sahne alıyor. Ve o ekibin arasında gözümüze bir şey takılıyor. Canlı müzik ekibinde bir de buzuki var! Ve o andan itibaren harika yunan müzikleri ile gece başlıyor, bu sırada ara sıcaklar ve ardından tavuk veya balık seçeneği ile ana yemeğe geçiliyor. Alkolün sınırsız olduğunu yinelemek isterim. Rakılar içilirken Türkçe ve Yunanca müziklerle sirtaki yapanlar, tabak kıranlar.. Gerçek bir Greek konsepti. Ardından menünün son ikramı meyve servisi ile yemek bitiyor..
Bu harika eğlence 65-55 TL arasında değişiyor. 2 Kişi gidiyorsanız 65’ten 1 lira aşağı veremezsiniz, ancak sayınızın çokluğuna ve telefonda yapacağınız pazarlığa göre 55’e kadar indirebilirsiniz. Gidecek olursanız rezervasyon yaptırmayı unutmayın!
Ankara’da gerçekten, düzgün insanlarla, düzgün yemekler ve müzikler eşliğinde eğlenmek istiyorsanız Komşu’ya muhakkak uğrayın.. Komşu’nun yanında bir de ‘Kalender Zebra’ adlı bir mekan var, onunda Komşu’dan tek farkı Balkan müzikleri olması. Çok yakında onun da hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
Fiyat ** Servis **** Sunum**** Lezzet****Mekan*****
Adres: Farabi Sokak 32/B, Çankaya - Ankara
Telefon: 0312 426 15 66 - 0532 524 37 50

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Aspava by Çağın Aldağ

Bir Ankara Kültürü, Aspava, Yıldız Aspava

Ankara Esat Caddesi’nden geçen biri sağlı sollu heryerde aspava yazıları görecektir. A aspava B aspava.. Adeta aspava satan dükkanlar gibi.
Halbuki Aspava, sabaha kadar açık olan, sigara yasağından önce yemekten sonra bir adet marlboro sigara ikram eden, tantuni gibi dürüm ekmeğinin arasında döner yapan, sınırsız patates kızartması yiyeceğiniz bir restoran. Bir nevi dürümcü. Ancak Aspava’nın kelime anlamını bilmeyenler için Aspava:’ Allah Sağlık, Para, Afiyet Versin Amin’ veya ’ Allah Sağlık, Para, Aşk Versin Amin’


Aspava kelimesi ilk olarak 1960’lı yıllarda bir polisiye romanda kullanılmış ve ardından 70’li yıllarda gazeteci Can Ataklı köşesine bu ismi vermiştir. Ancak bir Ankara’lı için bunların hiçbir önemi yoktur, bizim için aspava dürümcüdür! Ben de en meşhur Aspavacıdan bahsedeceğim, Yıldız Aspava.
İlk gittiğiniz anda çok hızlı çalışan bir sürü garsonla karşılaşıyorsunuz. Sanki her gece oraya geliyormuşçasına samimi bir servis var. Bu arada rezervasyonunuz yoksa ayakta bile kalabilirsiniz sabaha karşı dahi olsa. Oturduğunuz anda herkesin önüne salata ve ortaya bol yeşillikli bir salata geliyor. Menü falan yok, yalnızca dürümünüzün nasıl olduğuna karar vermeniz gerekiyor. Soğanlı, soğansız, kaşarlı, kaşarsız.. Ve bir de porsiyonuna, genelde aspavalarda 1 porsiyon demek 4 çeyrek dürümden oluşur. Yarım porsiyon ise 2.


O kadar hızlı çalışıyorlar ki, 4-5 dakika içerisinde daha cacıktan 2 kaşık almadan dürüm geliveriyor. Lezzetiyle orantılı olarak yemesi de bir o kadar hızlı. Üstüne çaylar.. 2000li yılların başında Tekel 2000 sigarası ikram ediliyormuş çayla beraber, sonradan Marlboro olmuş, ama şimdilerde sigara yasağından dolayı bu uygulama ortadan kalkmış.

Bolca ıslak mendille beraber gelen hesap bu lezzetin çok altında. Salata, cacık, patates kızartması, çay gerçekten ikram! Ödediğimiz yalnızca 1 porsiyon dürüm(12) ve bir bardak ayran(1). O da toplamda 13 TL ediyor. Ankara’ya gelipte gece dışarı çıkıyorsanız, Aspava’ya uğramadan eve,otele dönmeyin. Belki o akşam, eğlenmek için gittiğiniz mekanlardan daha çok eğlenirsiniz Aspava’ benden söylemesi.
Fiyat *****Servis ***** Sunum***Lezzet**** Mekan**
Adres: Esat Cad. No:110 D:25 Esat, Çankaya, Ankara
Telefon: +90 312 437 66 87, +90 312 447 02 00


12 Ağustos 2011 Cuma

izmir'in En İyisi; Deniz Restaurant - Kordon

Deniz Restaurant – Kordon
Geçtiğimiz hafta bir iş seyahati için bulunduğum İzmir’de, eşimin de benimle birlikte olması münasebeti ile akşam güzel bir mekanda balık yememiz kaçınılmazdı. Teknolojinin nimetlerini kullanarak 4sq üzerinden etrafımızdaki popüler mekanları araştırdık. Otelimizin Kordon’da ( bir çok yabancı şehirde Korniş denen yere bizim ülkemizde nedense Kordon deniyor ! ) olması 4sq’nun bir çok popüler sonucu getirmesine yardımcı oldu elbette ama okuduğumuz tüm yorumlar istisnasız bir tek hedefi işaret ediyordu, tabi tuzlu bir hesaba da hazır olmamızı : Deniz Restaurant – Kordon.
Yorumların çoğu rezervasyonsuz gitmememizi öneriyordu ama saat çoktan sekizi geçmişti ve o saatten sonra rezervasyon yapmanın da bir anlamı yoktu. Şansımız denedik ve 4sq’nun bize çıkardığı yürüyüş haritası ile elimizle koymuş gibi bulduk mekanı.
Deniz Restaurant İzmirlilerin 1.Kordon dedikleri Atatürk caddesi üzerinde tam olarak Ticaret Odası Lokalinin karşısındaki köşe başında bir otelin giriş katında yer alıyor. Kordon’da denize karşı, içinden kaldırım geçen bahçesine attığı masalarla İzmirlilerin ve İzmir’e gelmiş yerli yabancı turistlerin damaklarını şenlendiren ünlü ve köklü bir mekan Deniz Restaurant.
Rezervasyonumuz olmamasına rağmen şefin gayretleri ile birbirine çok yakın masaların arasında iki kişilik bir masa hemen hazır edildi bizim için. Etraf şık ve her hallerinden ‘hali vakti yerinde’ oldukları rahatlıkla anlaşılabilen müşterilerle dolu idi. Bir çok masada da yurt dışından gelmiş müşterilerine balık ziyafeti çekmek için orda olduklarını düşündüğüm insanlar vardı. Onları görünce hemen aklıma mekan hakkımda okuduğum bir yorum geldi: - Deniz Restaurant’a mutlaka gidin, ama şirketinizin müşterilerini şirket kesesinden yedirip içirmek için… Zira hesap kolay kolay altından kalkılabilecek gibi değil…
Yerimize yerleşmemiz ile hemen iştah açıcı olarak, kızarmış ekmek dilimleri ve halis Ege zeytinyağı içerisinde kekik ile servis edilen domates kurusunu sundu bize şefimiz ve başladı siparişlerimizi almaya…
Onun da tavsiyelerine uyarak, zeytinyağlı kuşkonmaz, ceviz ve parmesan ile şenlendirilmiş roka salatası, daha önce yine Antalya’nın en ünlü balıkçısı olarak bilinen Urcan Restaurant’ta da denediğim adına ‘ Eroin ’ dedikleri tereyağında kavrulmuş kurutulmuş biber ile servis edilen patlıcan yoğurtlama ve ahtapot salatası sipariş ediyoruz. Tabi yanında da - Türk insanı balıkla birlikte ne içer ? sorusunun cevabından da bir 20’lik istiyoruz ama yeşil olsun lütfen diye de eklemeyi ihmal etmiyoruz…
Kalabalığa bakarak gecikeceğini düşündüğümüz siparişlerimiz daha yan masamızda oturan çiftin ilişkisi hakkında adam akıllı bir yorum yapamadan bir bakıyoruz ki masamızda oluyor… Mutfak ve servis arasında ki uyum ve sürat gerçekten takdiri hak ediyor. Ama durun bakalım daha lezzet testi başlamadı bile…
Kuşkonmaz bir Antakya’lının çok sık sofrasında bulduğu bir seçenek değil ama zeytinyağlı olarak pişirilebilen diğer bir çok sebze ile hemen hemen aynı metodlarla pişirilmiş olması nedeni ile hiçbir yadırgamaya mahal bırakmadan kaymak gibi gidiyor… Üstelik gayet lezzetli ve pişme diriliği de tam kıvamında… Ege’nin meşhur zeytinyağı ile Antakya’nın zeytinyağını kıyaslama imkanı veriyor ayrıca bize… Antakya’nın asitli ve acımsı, koyu yeşile kaçan karakteristik zeytinyağının yanında bir Antakyalı için Ege Zeytinyağı çok çok daha açık renkli, çok daha hafif ve çok daha akışkan…
‘ Eroin ’ adını verdikleri mezeyi dediğim gibi daha önce de deneme şansım olmuştu. Zannediyorum her yerde farklı ilaveler ile yapılsa da temelde hep patlıcan yoğurtlama ve üzerinde tereyağı ile kavrulup tüm rengini ve aromasını tereyağına da geçiren kurutulmuş biber var. Antalya da yediğimiz versiyon da sarımsak ve ceviz de vardı. Ama sarımsaksız ve cevizsiz formu da gayet başarılı idi. Öyle ki patlıcanlar yoğurt içerisinde erimiş dişe gelmez olmuştu. Belki ara sıra dişe gelse daha mı iyi olurdu acaba ?

Ahtapot’u salata olarak sipariş etmemize rağmen sade bir ahtapot geldi önümüze.. .Daha önce birkaç başarısız ahtapot denemesi yaşamış olan bendeniz için gayet sulu, ağızda kolay çiğnenebilen, rengini ve aromasını kaybetmemiş çok başarılı yepyeni bir deneyim oldu Deniz Restaurant. Geçtiğimiz günlerde ulusal gazetelerimizden birinde yer alan bir köşe yazısında ahtapotun hazırlanması sırasında ( özellikle daha yumuşak olması için ) hayvana uygulananların aslında tam olarak işkence olduğundan bahsediliyordu. Açıkçası bilinçli bir tüketici, yemeksever ve hayvansever olarak yazılanları araştırmam ve sonuçlarını bir başka yazıda sizlerle paylaşmam gerektiğine karar verdim.
Biz bu lezzet denizinde boğulmamak için kendi kendimize kalamar yesek mi yemesek mi diye tartışırken, şefimiz çok güzel jumbo karidesleri olduğunu söyleyince atın ölümü arpadan olsun önermesi yine doğru bir yerde ve doğru bir zamanda kendine yer buldu ve şeften bize birer jumbo karidesi ızgarada hazırlamasını rica ettik. Açıkçası yurtdışında ‘King Prawn’ adı verilen iri karidesin burada jumbo karides muamelesi görmesi dışında lezzeti ve dokusu gayet güzeldi, ancak meşhur 150 – 200 gramlık İskenderun Körfez Jumbo’su ile kıyasladığınızda burada yediklerimiz gayet ufaktı.
Yediklerimiz aslında doymamıza yetti ama buraya kadar gelmişken balık yemeden de olmazdı. Yine şefimizin tavsiyesi ile yaklaşık 300 – 350 gramlık bir levreği ızgara ettirip eşimle paylaşmaya karar verdik. Tam da bu sırada şefimiz balığı çiğ olarak masaya getirdi, bizlerden son onayı aldı ve balığı sadece iç organlarını temizleyerek tüm derisi ve pulları üzerinde pişireceğini, pişirim sonrası derisinin soyularak servis edileceğini ekledi. Bizim için farklı bir deneyim olacaktı ve oldu da, çünkü balık çok daha aromatik, çok daha lezzetli ve çok daha sulu olarak gelmişti önümüze… Aynı metodun evde ızgara yaparken de uygulanabileceği konusunda fikir birliğine vardık.
4sq’dan okuduğumuza göre mekanın aslında Balık Köftesi ve Sütlü Balık gibi bir çok spesiyalitesi olmasına rağmen bütçe aralığımızda kalabilmek adına daha fazla yemeği burada kestik. Şefin tatlı önerisini ise meyve ile değiştirerek çok güzel bir yemeği daha hem damaklarımıza hem de hafızalarımıza kazıdık.
Mekanın lezzet dışındaki en büyük artısı ise müthiş servis ve hijyendi demek hiç te abartı olmaz, zira bir çok yerde yemeğin başından sonuna kadar aynı çatalı bıçağı kullanmak zorunda bırakılabiliyorsunuz. Ama Deniz Restaurant’ın güleryüzlü ekibi sürekli servislerimizi yenileyerek bizden geçer not aldılar.
Her şeyi ile çok başarılı olduğunu düşündüğüm mekan için, bu kadar yüksek standartları gördükten sonra daha iyi olabileceğini düşündüğüm iki noktaya da değinmeden geçmeyeceğim, birincisi masada normal tuz yerine deniz tuzu olmalıydı, bir diğeri de neredeyse artık her köşe başındaki dürümcüde bile bulabileceğiniz bir tarafına reklam alınmış yırt-aç zarflardaki ıslak mendiller yerine herkese özel paketler içinde yer alan, özel mikrodalgada ılıtılmış ıslak havlular olmalı idi.
Deniz Restaurant’ın İzmir’de iki şubesi daha varmış, gitmedik, görmedik, denemedik bilmiyoruz ama ben Kordon’daki merkez mekanı şiddetle tavsiye ediyorum.
Mekan hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için www.denizrestaurant.com.tr adresini de ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca site üzerinden rezervasyon yaptırma imkanı da mevcut.
-Bu kadar yediniz, içtiniz, üstelik mekan için tuzludur diye uyarılmıştınız, e kaç para ödediniz? diye sorabilirsiniz.
Şunu söyleyeyim tüm bu yediklerimiz için herhangi bir alışveriş merkezinin gün yüzü, güneş yüzü görmez manyetik alanlar ortasına inşa edilmiş ‘Food Court’larında yenebilecek bir yemeğe ödeyebileceğinizde çok daha fazlasını ödemedik.
Hepinize lezzet dolu günler diliyorum..
Sevgiler,
Volkan…

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Butcha by Çağın Aldağ...

Butcha
Ankara Park Caddesi’nde Nisan 2009’da açılmış bu ‘et lokantası’ gerçekten modern ve çok lezzetli et yiyebileceğiniz bir mekan. Şimdilerde Panora’da şubesi var ama biz şimdi Park Caddesi’ndeyiz.
Butcha ismi, Butcher Shop olan bu mekandan geliyor. Yani kasap dükkanı. İçeri girdiğinizde tüm etler açık mutfakta pişiriliyor ve kokusundan etkilenmemek neredeyse imkansız.. Restoranda oturup istediğiniz gibi pişirtebileceğiniz gibi etleri, şarküteri olarak da ürünleri çiğ bir şekilde satın alabilir, kendiniz pişirebilirsiniz. Ama orada yemenizi tavsiye ederim. İstediğiniz şekilde, az pişmiş, çok pişmiş, orta, orta az, orta fazla… İstediğiniz sertliği kesinlikle çok iyi yakalıyorlar. Ayrıca bonfile, köfte, rosto gibi seçimlerin dışında, harika hamburgerlerde sunuyor. Benim seçimim hamburgerdi, ya da daha doğrusu büyük hamburger savaşıydı. O hamburgeri bitirmek tam bir savaştı. Yediğim süre boyunca hiçkimseyle konuşamadım, başımı kaldıramadım. Sadece devasa hamburgerim ve peçetelerim. Yanında patates kızartmasıyla servis edilen hamburgerimin patatesinden yiyecek zamanım ve gücüm kalmamıştı. Bu savaş bittiği zaman içimdeki zafer duygusunu anlatamam. Ama herşey bir kenara, damağımda kalan o çeşnili hamburger eti tadını hala unutamıyorum. Acı hardallı hamburgeri tavsiye ediyorum. Ama yeni sevgiliyle, iş arkadaşlarıyla, resmi insanlarla yemeyin!
Bir daha ki sefere kesinlikle masada ki diğer dostlarım gibi yanında haşlanmış mısır ve oldukça büyük porsiyonlarda servis edilen orta pişmiş bonfile yiyeceğim. Yanında Cabernet Sauvignon ile. Yemek öncesi ikram edilen kuverler aslında ikram değilmiş. Artık iyi-kötü her mekanda yemek öncesi masaya getirilen kuverler, yani zeytin, zeytinyağı, atıştırmalık mezeler Butcha’da ikram değil. Ya da zorunlu ikram diyebiliriz. Tanesi 5TL, hesabı öderken 10-15 TL fazla ödeyeceğinizi unutmayın. Diğer fiyatlara değinirsek: Hamburgerler 20 TL civarlarında, Salatalar 13-16 TL, Bonfileler ve diğer etler 40-70TL(porsiyon) olarak değişiyor. Ama verdiğiniz paranın karşılığını kat kat alacağınıza emin olun.
Fiyat ** Servis ***** Sunum***** Lezzet**** Mekan***
Adres: Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi Park Caddesi Alımcı Villaları No:15/2
Telefon: (312)241-4543



3 Ağustos 2011 Çarşamba

Konuk Yazarımız Sevgili Çağın Aldağ'ın İlk Yazısı: 'Mutfak Brasserie'

'Mutfak Brasserie'
Çayyolu Konutkent 2 girişi yakınlarında ki mükemmel bahçeli ‘Marmelatte’ şimdi 'Mutfak Brasserie' oldu. Ne de güzel olmuş. Harika bir mekan… Ancak bunu dışarıdan hemen anlamak kolay değil. Big Chefs'i beğenenler muhakkak burayı da beğenecektir.


İlk başta mekana girdiğinizde, son zamanlarda bu tarz mekanlarda moda olan, tuğla, parke, halı, ahşap sandalyeler sizi karşılıyor... 'Biz size ev ortamı sunuyoruz' konsepti burada da hakim. Ancak tavan oldukça yüksek ve bu gerçekten çok ‘+’ katmış. Dışarı çıkmak istiyoruz.
Dışarıda üstü bez ile, güneş gelen yerleri de transparan bir perde ile kapatılmış ve masaların tepelerinde pervaneler dönen bir açık hava mekanı ile karşılaşıyoruz. Bu sıcaklarda dışarıda oturmak oldukça sıkıcı ama o pervaneler gerçekten mükemmel. Şimdi yeni yeni soğuk su püskürten mekanlar da var. Ama pervane tercihimdir…

Öncesinde yemek yediğimiz için, tatlı yiyecektik Mutfak Brasseride'de. Kızarmış dondurma
ve Kornet içerisinde, vanilyalı dondurma ile meyve cup. Arkadaşlarım kızarmış dondurma tercih ederken ben meyveli cup istedim. Ve hayatımda yediğim en güzel meyveli tatlılardan biriydi. Porsiyonlar ne büyük ne küçük, servis hızı ortalama da olsa cam şişede servis edilen su ile tatlılar harikaydı.

Mekan hakkında Blackberry’den araştırma yaparken 'Ev Yapımı Ice Tea' dikkatimi çekti ve hemen onun da siparişini verdim. Asla 10 TL değmez ama ilginç bir içecekti. Şeftalili ev yapımı ice tea denildiğinde ilgi çektiğine eminim ama benim açımdan sadece başarısız bir denemeydi. Oldukça acı, içmeyi engelleyecek kadar buzlu ve süslüydü. Hatta bir an acaba limonlu mu geldi bu diye düşündüm ama o kadar tatsızdı ki, limon ile şeftaliyi bile ayırt edemedim. Ama görüntüsü harikaydı.

Bu sıcakta bir de ‘Mojito’ deneyelim dedik. Çok sık içtiğim bir içecek olduğu için objektif eleştirebilirim. Fiyatını gördüğümde biraz şaşırdım. 24 TL’ye içeceğim ‘Mojito’ çok güzel olmalı. Yoksa bir fiyasko olacaktır. Çok kötü değildi, ama bence bu tarz bir mekanda asla 24 TL’ye ‘Mojito’ olmamalı!

Bu mekan yiyeceklerde oldukça başarılı diyebiliriz özetle, ikramlar ve sunumlar çok şık. Ne isterseniz isteyin 2 katlı bir tabakta lokum, kuru incir, kuru kayısı ve macaronlar ile servis ediliyor.

Sonuç olarak Mutfak Brasserie çok güzel bi mekan olmuş. Ama ev yapımı Ice Tea içmeyin.

Fiyat *** Servis **** Sunum***** Lezzet*****Mekan****

Ahmet Taner Kışlalı Mah. 37. Cad. 3/A Konutkent 2 Çayyolu ANKARA
0312 240 24 00

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Guláš with Chef Daniel Kolář

Önce size Şef Daniel Kolar'ı ( Dany ) tanıtmam lazım... Sevgili Dany bundan tam bir yıl önce eşimle birlikte evimizde ağırladığımız, Çek Cumhuriyetinden ülkemize gelen Rotary Gençlik Değişim Programı Öğrencisi... Antakya ve Arsuz'da birlikte geçirdiğimiz bir haftanın ardından kendisini neredeyse öz oğlumuz kadar çok sevdik.. Öyle ki hasretine dayanamadık geçtiğimiz kurban bayramında Dany'nin öğrenci olarak bulunduğu Prag'a bile gittik. Hatta gezimizin bir gününde Dany'nin memleketi olan Most'a bile gittik, ailesi ile tanıştık, birlikte yemekler yedik, güzel zamanlar geçirdik ve dostluğumuzu tam anlamı ile pekiştirdik. Tabi Dany'i yaz için de bir kez daha Antakya'ya çağırmayı ihmat etmedik.. O da bizi kırmadı ve geçtiğimiz günlerde bir haftalık yaz tatilini bizlere ayırdı ve yine Arsuz ve Antakya'da misafirimiz oldu..

Ve şimdi sıra size Gulas'ı tanıtmakta... Gulas ( 'Gulaş' diye okunuyor ) aslında çok meşhur bir Macar yemeği. Ama o coğrafyadaki bir çok ülkede, ülkesine bağlı olarak tarifte bazı değişiklikler yapılarak aynı isimle pişirilmekte.. Hatta ülkemizde bile bir çok kasap, şarküteri ve büyük marketlerin et reyonları iri doğranmış dana kuşbaşı için 'Gulaş' ya da 'Dana Gulaş' ifadesini sıklıkla kullanıyor..

Buradan da anlayacağınız gibi et temelli bir yemek ' Gulaş'... Daha fazla ayrıntıya girmeden gelin isterseniz 'Gulaş' için wikipedia ne diyor ona bakalım:

Gulaş (Macarca: Gulyás), Macaristan'ın geleneksel yemeklerinden biridir. Genellikle dana eti, soğan, kırmızı biber ve biberden yapılır. Gulaşın kökeni, 9. yy'da Macar çobanların yediği bir haşlama yemeğidir. Yemeğin adı, Macarcada "sığır güden kişi, çoban" anlamına gelir.

9. yy'da Macar çobanlar, sürüleri otlatmaya götürmeden önce yola çıkarken, yanlarına taşıyabilecekleri yiyecekler alırdı. Kuşbaşı etleri soğan ve diğer tat vericilerle birlikte ağır ateşte yağı eminceye dek pişirir, daha sonra yemeği kurutur ve koyun işkembesinden yapılan tulumlarda saklardı. Kurutulmuş haldeki yiyeceğin yenilecek kadarına su katarak, yemek ya da çorba şeklinde hazırlardı.

Günümüzde gulaşın vazgeçilmez baharatı kabul edilen kırmızı biber, yemeğe 18. yy'da eklenmeye başlandı. Klasik "tencere gulaşı", soğanla kuşbaşı doğranmış sığır ya da koyun etinin domuz yağında kızartılmasıyla yapılır. Bu yemeğe tamamlayıcı olarak, sarmısak, kimyon, domates, yeşil biber ve patates de konulur.

Klasik Gulaş için kullanılan ifadeler genel haliyle bu şekilde.. Gulaş'ı aslında bir tür yahni olarak adlandırmak ta mümkün aslında.. Ancak içerisinde çok farklı baharatların bulunması ve bu baharatların orantılarının ayarlanması aslında oldukça güç, ayrıca kısık ateşte uzun süre pişirim istemesi gibi bazı özel durumları da ekleyince Gulaş günümüzde ev şartlarında çok kolay ve sık pişirilen bir yemek olamıyor maalesef...

Ancak Çek Cumhuriyeti'nde oldukça sevilen ve sıklıkla tüketilen bu yemek için endüstriyel mutfak teknikleri bazı kolaylıklar getiriyor elbette... Hazır baharat karışımları ve et suyu tabletleri devreye girince sadece uzun süre kısık ateş meselesi kalıyor ki o da böylesine bir yemeği yemek için gözardı edilebilecek çok ufak bir detay olarak kalıyor..

Peki Dany ve Gulaş bağlantısı nedir ? İşte sevgili Dany bize ufak bir sürpriz hazırlamış ve ziyaretimize gelirken bu hazır et suyu tabletler ( bizimkilerle karıştırmamak lazım, zira bu tabletler jöle kıvamında ve çok daha yoğun aromalı ) ve hazır baharat karışımlarını da birlikte getirmiş. Bize bir akşam Gulaş hazırlamak istediğini söylediğinde hepimiz büyük bir sürprizle karşılaşmış olduk.. Dany hobi olarak yemek ve yemek kültürü ile ilgileniyor ama işin mutfak kısmı için böyle bir teklifte bulunması daha önce Prag'ta tatma fırsatı bulup beğendiğimiz bu yemeğin Antakya'da kendi mutfağımızda pişirilecek ve hatta bir Çek tarafından pişirilecek olması işi daha da heyecanlı ve keyifli kılmaya yetti.



Dany işe annesinden aldığı tarifi bir kağıda not almakla başlamış, ne yapması gerektiğini, neyi hangi aşamada katması gerektiğini eksiksiz yazmış... İlgi duyanlar için orjinal Çekçe tarifi aynen paylaşıyorum...

Tarif kağıdını çıkarıp eksik malzemeleri de tedarik etmem için listelemesinin ardından artık şefimiz tezgahın başına geçmeye hazırdı..



Bu yemek için tam bir kilogram soğan kullanmak gerekiyor... Evet yanlış duymadınız tam bir kilogram soğan... İşlem sonunda ise tüm soğanın erimiş olmasına gerçekten çok şaşırıyorsunuz..
Ayrıca bir kilogram da yağı ve sinirleri ayrıştırılmış, iri doğramış kuşbaşı dana etine ihtiyaç duyuyorsunuz.. Ben etin yumuşak olması için dana sırtından kestirdim.
Gerisi ise basit; hazır baharat karışımı, et suyu tablet, 5 yemek kaşığı tepeleme un, 1.5 litre su, bir kahve fincanı zeytinyağı, tuz ve karabiber...

Basitçe sizlerle tarifi paylaşayım...
Önce soğanları çok ince doğruyorsunuz...

Ardından eti iri kuşbaşı halinde doğruyor ve hazırlıyorsunuz...

Bir kahve fincanı zeytinyağında soğanları altın sarısı olana dek kavuruyorsunuz... Kesinlikle yanmasına ve kahverengileşmesine izin vermemelisiniz... Aksi takdirde rengi değişen ve yanan bu soğan tanecikleri yemeğin içinde aynen size sırıtır ve hatta yerken dişinize gelir..

Hemen ardından etleri ekliyoruz ve bir kaç defa çeviriyoruz... Etler tüm sularını bırakıp geri çekene kadar kavurma işlemine devam ediyoruz.. Kesinlikle ve kesinlikle bu aşamada tuz eklenmemesi gerekmekte. Aksi takdirde et gayet sert olacak ve pişmeyecektir.
Etin suyunu çekmesinin ardından bir paket baharat karışımını ve iki tablet et suyunu ilave ediyoruz.. Bu et suyu ısı görünce bizim domates salçası gibi oluyor... Tablet iyice eriyene ve etlerin hepsi baharat ve tablet ile bulamac haline gelene kadar karıştırmaya devam ediyoruz...


Ardından beş tepeleme yemek kaşığı unu da ilave edince artık kaşıkla bile karıltırmakta zorluk çekeceğiniz bir bulamacınız oluyor... Ama yılmak yok karıştırmaya devam... Dikkat hala tuz ileve edilmedi!
Unun kokusu çıkana kadar kavurma işlemine devam ediyoruz. Burada birşeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum, neredeyse 45 dakikadır kavuruyoruz ve tenceremiz artık gerçekten çok sıcak... Tencere demişken, madem uzun süre kısık ateşte pişiremiyoruz bari ısıyı eşit dağıtabilelim diye kalın tabanlı mümkünse dökme demir bir tencere kullanmanızı tavsiye ediyorum...
Konumuza dönelim.. Unun da kavrulmasının ardından çok sıcak olan tenceremize bir buçuk litreyi aşkın miktardaki sıcak suyu da yavaş yavaş ilave ediyoruz. Karıştırarak bulamacımızın suda çözülmesini sağlıyoruz.. Homojen bir karışım elde edip bir taşım kaynadıktan sonra tuzunu ve karabiberini de ilave edip, altını kısıyoruz ve en az yarım saat pişmeye bırakıyoruz... Ara sıra suyuna bakmanızı, eksilirse tamamlamanızı ve yarım saat sonunda eti tadarak pişip pişmediğini kontrol etmenizi tavsiye ederim.

Bizim şefimiz konusunda uzman olduğu için hiçbir ilaveye gerek olmadan çok başarılı bir sonuç elde ettik... Şefin tavsiyesi ile üzerine halka halka doğranmış soğan ile süslemiş olarak ve ekmek - soğuk bira eşliğinde yediğimiz Gulaş gerçekten de çok güzeldi.
O akşam bizimle birlikte olan sevgili dostumuz Hasan, İlke, ben ve Sevgili Dany ile harika bir akşam yemeği yedik... Burdan Sevgili Şefimiz Dany'ye bir kez daha teşekkür etmek istiyorum...

Hazır baharat karışımı ile et suyu tableti nereden mi bulacaksınız ? Büyük marketlerin çoğunda aynı isimle mevcut... Yine olmadı beni bulun, sağolsun Şef Dany hepimizi düşünmüş....

'We really love you so much boy... Thank you so much for Gulas...'

Hepinizi keyifli günler diliyorum...
Volkan...

22 Temmuz 2011 Cuma

Yemek Bahane, Dostlar Şahane...

Yine bir Rotaract organizasyonu için kendimizi yollara vurmuştuk o gün... Bu kez dostlar bizi Ankara'da karşıladılar... Anıtkabir Ziyareti ve Ortak Toplantı, dostlarla eğlence derken bir baktık pazar günü geldi çattı.. Bir gün önceden iyice yorulan bünyeler ister istemez dinlenmek ve yemek ihtiyacı hissetti... Dostlar da sağolsunlar -Sevgili Hande ve Sevgili Türker öncülüğünde- durumu anladılar ve bizi hemen Haymana yolu üzerinde Gölbaşı'nda ' Kebabistan Restaurant Göl ' adlı mekana götürdüler... Öğlen saatlerinde dört kişi ile başladığımız pazar keyfi ilerleyen saatlerde aramıza katılan dostlarla daha da bir keyifli hale geldi.. Yenilen yemeğin ne olduğundan, nerede olduğundan çok kiminle birlikte yendiğinin önemli olduğunu düşünen bendeniz için , o günden bugüne aklımda kalanlar ancak ve ancak dost meclisimiz ve sohbetlerimiz oldu...
Ne yediğimizin hiç bir önemi yoktu artık aslında, çünkü damağınızda kalacak tadların yerini, yıllar sonra bile hatırlayacağınız dostlar almıştı çoktan...
Kebabistan Restaurant Göl, Ankara'da üç ayrı yerde hizmet veren Kebabistan isimli restaurantların Göl kenarında hizmet veren bir durağı... Her yol üzeri restaurantında rahatlıkla bulabileceğiniz onlarca ızgara ve kebap çeşidini aynı standartlarda sizlere sunabilen bir mekan... Ancak göl manzarası karşısında ve küçük ama güzel bir bahçe içerisinde olması nedeniyle tercih edildiğini tahmin ediyorum...
Belki yediğim kuzu pirzolasının ( gerçi ben hala koyun pirzolası olduğu kanaatindeyim, ama şefin koyun - kuzu ayrımı biraz farklı ) tadını şu an hatırlamıyorum ama, buz gibi biramı göle karşı yudumlarken yaptığım sohbetler hala aklımda...
Teşekkürler Hande ve Teşekkürler Türker ve Teşekkürler Ömer...

Kebabistan Restaurant Göl
Haymana Yolu No:149
Gölbaşı Ankara
Tel:0 312 484 14 15

23 Haziran 2011 Perşembe

ELA'M RESTAURANT - ŞERİF'İN YERİ

Geçtiğimiz haftalar gerçekten çok yoğun geçti, dolayısı ile uzun zamandır yazılmayı bekleyen bu yazım da biraz gecikti doğal olarak..

Birkaç arkadaşımdan ardarda ' Dursunlu yolu üzerinde yeni bir yer açılmış ' diye duyunca, bir blogger sorumluluğu ile yazmak gerektiğinden ekibi topladık, yola koyulduk. E malum takipçiler yazı bekler...

Ela'm Restaurant, ya da Şerif'in Yeri ya da Ayışığı Restaurant, Dursunlu yolu üzerinde sakin ve serin bir tepede oluşturulmaya çalışılmış küçük bir mekan... Evet üç ismi var, konuyu ben de tam anlayamadım ama anladığım kadarı ile mekanın kurulum aşamasında dahil olan ya da ayrılan her ortak ile isim değişmiş. Ama netice itibari ile herkesin Şerif'in Yeri diye isimlendireceği de aşikar...

Şerif'in Yeri adını ise daha önce Yaman Restaurant'tan tanığımız Şerif Dolap'ın işin başında olması nedeni ile alıyor mekan..

Henüz çok yeni oluşturulmaya başlandığı için bir çok konu hakkında kesin yargılar vermek istemiyorum ama, aceleye getirilip bir çok işlem tamamlanmadan açılmış olması da eleştiriyi hak ediyor.

Mekan aslında 'bir piknik alanına, mesire yerine geldik, ama bir fark var, biz pişirmeyeceğiz siz önümüze getireceksiniz' formatını benimsemiş adeta. Üstelik gayet az sayıda çalışan ile ( ya da belki çalışan sayısı yeterli idi ama o gece mekanın kapalı bölümünde ki özel gece nedeni ile bahçedeki 10'a yakın masaya 3 kişi bakmaya çalışıyorlardı. ) mekanın görüntüsü ve servis bir pikniği aşamıyor. Oturduğunuz plastik sandalye ve demir masalar, masaların ve sandalyelerin ayaklarına taş sıkıştırmayı gerektirecek kadar bozuk toprak zemin, ortada kazılmış çukurdan fırlayan inşaat demirleri ile ileride bir süs havuzu olacağını müjdeleyen minik şantiye, düzensiz ve özensiz giydirilmiş garsonlar, mekanın henüz çok yeni olduğunun ve Antakya'daki fısıltı reklam ajansının hızına henüz yetişemediklerinin de bir kanıtı aslında..

Beş arkadaş birlikte çıktığımız yemekte, Antakya usulü bir akşam yemeğinde klasik olarak ne yenebilirse onu yedik, ancak şu aşamada yemekler konusunda bir yorum yapmamayı daha uygun buluyorum...

Zira mekanın yaptığı hazırlıklara bakılırsa ilerleyen günlerde az önce bahsettiğim durumların hepsini düzeltince lezzet ve kalitede de farklı bir yere geçeceğinin sinyallerini veriyor...

Şu an için kendimi hiç mekana gitmemiş saymayı yeğliyorum. Zira uzun yıllar yemeklerini yediğimiz Şerif Bey'in , mekanını kısa zaman sonra çok daha farklı bir duruma sokacağına eminim...

Kişisel önerim mekanın bütün yapısal çalılmalarını bir an önce tamamlayıp, çizgisine ve hedef müşterisine karar vererek yerini sağlamlaştırması..

Denemek ve yerinde görmek isteyenler için;

Ela'm Restaurant - Şerif'in Yeri
Dursunlu Yolu Üzeri 700.Metre
Dursunlu Beldesi Antakya Tel : 238 14 66
Şerif Dolap 0 537 701 81 61

Sevgiler; Volkan...

10 Haziran 2011 Cuma

O'ZBEKISTON KELAJAGI BUYUK DAVLAT










İşte Özbekistan mutfağı deneyimlerim...




İlk kez 2010 yılının mayıs ayında gittim Özbekistan'a. İstanbul'dan Taşkent Havalimanına dört buçuk saatlik dolmuş yolculuğuna benzer bir yolculuk sonrası tam iki buçuk saat sürmüştü havaalanından çıkmam. Tam bir keşmekeş ve kaos ortamıydı. Havaalanı çıkışında beni bekleyen şöförün Namangan adlı şehre gideceğimizi ve yolculuğun ortalama 5 saat süreceğini söylemesi ile yaşadığım sıkıntıyı daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Tesadüf bu ya bu yıl da Özbekistan seyahatim tam da Mayıs ayına denk düştü. Yaşayacaklarımı önceden tahmin edebiliyordum bu kez ama Özbekistan'ın her zaman sürprizlerle dolu olduğunu da çok iyi biliyordum... Yine benzer bir havaalanı süreci ve araba yolculuğu sonrasında saat 6 civarlarında günün çoktan aydınlanmış olduğu bir Namangan sabahına günaydın dedik ve hiç ara vermeden işe koyulduk...Oysa saatler önce uçakta yediğim yemekten sonra hiçbir şey yememiştim daha...



Namangan, Özbekistan'ın doğusunda Kırgızistan sınırına ( Osh Şehrine ) komşu bir kent.. Özbekistan'ın bilinen diğer şehirleri olan Andican ve Fergana'ya yaklaşık bir saat mesafede olan bir kent.. Yaşayanların sosyo ekonomik durumlarını aşağı yukarı tahmin edebileceğinizi zannediyorum..Halk geçimini genellikle tarım ve hayvancılık ile sağlıyor. Yüksek ve heybetli dağların ardından ulaştığımız şehrin bir tarımsal ova olması ve çok verimli arazilere sahip olmasını doğal karşılıyorum.




Yediğim Özbek yemeklerinin büyük bir bölümünü burada yemiş olmam nedeniyle sorduğum ' acaba sadece bu yöreye özgü yemekler mi yedim ? ' sorusuna aldığım yanıt aslında Özbekistan'ın genelinde halkın ortak bir yemek kültürü olduğu ve bölgelere göre çok ciddi farklılıklar göstermediği yönünde idi. Aslında nüfusun belli bir bölgeye yoğunlaştığı ve ülkenin büyük bir bölümünün yaşam alanı olarak kullanılmadığını öğrendiğimde yemek kültürünün çok çeşitlenmemiş olmasını çok yadırgamadım dolayısı ile. Ama Namangan'da çok tüketilen ve Samsa adı verilen bir böreğin kendi yörelerine özgü olduğunu ve tüm Özbekistan'da severek yapıldığını ve tüketildiğini söylerken içten içe gurur duyuyorlar bu değerleri ile Namanganılar.. Her ne kadar haksız sayılmasalar da, ülkenin her yerinde hemen hemen her köşe başında bulabileceğiniz bu yağlı böreğin ( bildiğiniz iri kıymalı poğaça ) Namanganılara ait olduğu bütün Özbeklerce iddia edilse de aslında bu böreğin sınırın hemen ardındaki Kırgızistanın Celalabad şehrine ait olduğunu onlar da çok iyi biliyorlar. Birkaç yıl önceki Kırgızistan seyahatimde Celalabad'ta yediğim Samsa'nın da çok daha lezzetli olduğunu da itiraf etmeliyim...





Özbek Mutfağı değişik bir mutfak, tüm lezzetlerin aynı anda sunulduğu, yemeklerin belli bir sıralamaya uyulmadan yendiği ve çay olmadan sofraya oturulmayan bir yapısı var. Her yemekte istisnasız çay içiyorlar, kök çay, kara çay ve yeşil çay. Çorba ile birlikte bile çay içiliyor. Ve meyve... Her sofrada mutlaka bulunması gerekiyor... O kadar ağır yemekler yiyorlar ki hafifletmek için olsa gerek diye düşünüyorum...




Her ne kadar sıralamaya pek sadık olmasalar da sulu yemeklerini önce servis etmeye dikkat ediyorlar.. O kadar çok çorba türevleri var ki, içine giren malzemeye göre isimleri değişen onlarca çorba... Benim çorba dediğime bakmayın, hepsi oldukça doyurucu ve içinde envai çeşit malzeme bulunduran birer ana yemek adeta.. Ama hepsinde yöntem aynı; temelde bir sıvı ve içinde ya et ya hamur işi ya da sebze ve olmazsa olmaz üzerine bir çeşit çiğ krema... Bu ziyaretimde Çiçuverek ( nedense bana hem adı hem görüntüsü Şiş Belek denen yemeği hatırlattı ) ve Narın adını verdikleri iki çorbayı deneme fırsatım oldu. Çiçuverek içinde bizim mantıya benzer hamur işleri olan tavuk suyuna çorba gibi bir şey, üzerine taze kişniş yaprakları serperek servis ediyorlar. Benim kişnişin kokusuna bile tahammülüm olmaması nedeniyle sade içtiğim versiyonu biraz krema ilavesi ile hiç fena değildi. Narın ise çok daha yağlı , biberli ve ağır bir çorba. Dereotu ile servis ediliyor.. İçinde ne isterseniz var... Pek geçer puan aldığını söyleyemeyeceğim ama denemeğe değer...













Çorbaların ardından yenen Samsa ise ara sıcak olsa gerek... Hemen ardından ana yemekler geliyor sofraya.. Bir önceki ziyaretimden tattığım ve beğendiğin Dimleme adlı yemeği bir kez daha yemek istediğimi söyleyince sağolsunlar Mihman'larını kırmıyorlar ev sahiplerim.




Dimleme oldukça değişik ve lezzetli bir yemek. Aynı pişirme tarzı gereği yine içinde her şey var.. Takip ettiğim bir yemek programının şefi olan Anne Burrel, yemek yaparken elinin altında bir kase bulundurur sürekli ve hazırlık sürecinde elinde kalan tüm organik artıkları bu kaseye atar, bir nevi elinin altındaki çöp kutusu.. Atarken de şöyle der: - Evet bunlarda katıldığınız için teşekkür ederim kutusuna! İşte Dimleme adı verilen yemek o 'katıldığınız için teşekkür ederim kutusunun' pişirilmiş hali..




Bakmayın böyle tarif ettiğime oldukça lezzetli ve faydalı bir yemek aslında.. İçinde neler mi var ? Lahana, maydonoz, patates, şalgam, bütün baş sarmısak, yaprak dolması, soğan, iri kemikli etler, üstüne dere otu ve daha neler neler...


Ayrıca Dimleme suyunu da çorba olarak içiyorlar... Ama işte o beni pek açmadı..


Tabi burda sarmısaktan bahsetmeden geçemeyeceğim.. Sarmısağın ayıklanıp kullanıldığına hiç rastlamadım, zira sarmısağı bir bütün olarak değerlendiriyorlar ve pişen sarmısağı herkes tabağında ayıklıyor. Beklentimin üzerinde bir lezzet olduğunu itiraf etmek isterim pişmiş sarmısağın, üstelik sıfır koku avantajı ile birlikte...



Mal etinden kazan kebabı denince pek anlamasamda önüme gelince dana etinden tas kebabı olduğunu anladığım yemeği kullanılan yağın ( genellikle pamuk yağı kullanılıyor ülkede - ülkede bulunma sebebim ) başarısız olması nedeniyle yiyemedim.




Ve tabi bir Özbekistan ziyaretinin olmazsa olmazlarından Özbek Pilavı. Özbekler için nasıl bir gurur kaynağı inanamazsınız. Masaya getirildiğinde gururla önünüze koyuyorlar ve başlıyorlar anlatmaya.. Onunda çok çeşidi var, ama ben iki çeşit deneme imkanı buldum. Biri daha çok sebze ağırlıklı idi, üzerinde yaprak dolması, içinde havuc ve envai çeşit sebze bulunan lezzetli bir çalışma idi. Diğeri ise et ağırlıklı idi. Bolca kuzu eti ve kuruk yağı içeriyordu ve en üstünde at etinden yapılmış geleneksek sucukları olan KAZI ile ikram ediyorlardı. Daha önceki Kırgızistan ziyaretimde( oradaki adı CUCUK ) denediğim at etinden sucuk, bu kez ilk denememdeki kadar büyük bir mide felaketine yol açmadı, üstelik bütün o kuzu eti ve kuyruk yağına rağmen... Masayı paylaştığımız kişilerin Özbek pilavı ile üstelik öğle sıcağında su gibi içtikleri Rus vodkalarına rağmen, yemek sonrası aralıksız dört saat toplantı yapmaları ' Alışmış abi bunlar ' önermemle sonuçlandı.








Bütün bunları ekmeksiz yemedik tabiki... Zannediyorum Özbek mutfağının en önemli simgelerinden biri ekmeği... Onların tabiri ile NAN... Evet bulmacalarda sorulan eski Türkçe Ekmek sorusunun cevabı..


Her ne kadar biz onları Türk-i olarak adlandırsak ta ben pek benzeyen unsurlar göremiyorum hiçbirinde aslında.. Bizler gibi ekmek tüketmeleri ve Kurtlar Vadisi hayranlıkları dışında... Ama ekmeğin hakkını da vermek lazım, zira ekmekten öte pasta neredeyse hem görüntüsü hem de tadıyla... Açıkta ve toz içinde satıldığını gözardı etmek kaydıyla tabi...




Bir başka seyahat yazısında buluşmak üzere...


Sevgiler


Volkan....

31 Mayıs 2011 Salı

Antakya ve Pazar Kahvaltısı Sorunsalı




Uzun ve yorucu bir işgünü ardından bir kutu Godiva'nın açılması ile tekrar enerji depolamaya başlayan zihnim, geçen haftadan beri yazılmayı bekleyen Özbekistan yazısını hatırlatıyor hemen.. Hatırlatıyor hatırlatmasına ama araya girmesi gereken ve sıcağı sıcağına aktarmam gereken bir yazı bu hafta baş köşeyi kapıyor... Özbekistan yazısı haftaya kalıyor doğal olarak..




Başlıktan da anlaşıldığı gibi konumuz pazar kahvaltısı... Şöyle geç saatlerde başlayıp uzun uzun süren, keyifle yenilen, keyifle içilen, dost sohbetleri ile daha da keyiflenen ve mümkünse tabağın önünüze geldiği huzur dolu pazarlar...




Maalesef çok fazla mekan yok Antakya'da bu tarz bir keyif için, birkaç yıldır gidilen Çınartepe dışında... Çınartepe sunduğu bahçe ve açıkhava avantajı ile özellikle çocuklu ailelerin çok hoşuna giden bir mekan... Elbette benim de bu birkç yıl seve seve gittiğim yerlerden bir oldu..



Ancak son zamanlarda, tercih edilmeye başlayan her mekanın başına gelen Çınartepe'nin de başına gelmeye başladı...



Pazar günü, huzur, açıkhava, güneş, sohbet, dost arayan bünye maalesef bunları bulunca lezzeti en sona bırakıyor, zaten Çınartepe'nin de hiçbir zaman lezzet ile ilgili bir iddiası olmadı, yani pazar gunlerini Çınartepe'de geçirmek isteyenler orayı lezzetli olduğundan değil pazar'a en uygun yer olduğu için tercih ettiler..




Bütün bu sunduklarının yanında ilk zamanlarda görmezden gelinebilen servis problemi ise bugün gelinen noktada tahammül seviyelerini zorlamaya başladı..



Havaların ısınması ile artan müşteri sayısı bu sıkıntıyı tekrar yaşanmaya başladı.




Bu pazar Çınartepe'de kendi kendimize bulduğumuz, mekanın en dibindeki masada geçen bir ( 1) saatin ardından ( bu süre birisi siparişimizi alsın diye geçti, sipariş alınıp yiyecekler gelsin diye değil ) kimsenin orda olduğumuzu fark etmemesi üzerine mekanı terk etmemizle de sonuçlandı...



Buradan mekana çözüm önerileri sıralayacak değilim ama, bulunduğu yörede yaşayanların %50'sinin garsonluk yaptığı bir yerde böyle bir mekan nasıl olur da en azından pazar günleri için yarım gün çalışabilecek 'extracı' bulamaz anlayamıyorum...



Mekanın terk edilmesi yeni bir mekan arayışına itti bizi doğal olarak ve sabah öğlen saat 12:00'ye doğru kendimizi Boğaziçi Restoran'da bulduk. Bir kahvaltı mekanı olmamasına rağmen doğru meze tercihleri ile en alasından bir brunch keyfi yaşatabilecek bir ortam sunabileceğini daha önceden tahmin edememek beni düşündürdü nedense...



Evet açık hava bir mekan değil, ama pencereden içeriye dolan manzara size o kadar da uzak olmadığınızı hissettirecek cinsten...



Sohbeti uzatıp, yemeğe, oradan da künefeye bağlama şansı da sunuyor üstelik.. Bizde aynen öyle yaptık; peynir tabağıi zeytin salatası, demli çay ile başlayan keyfi, soğuk biralarımızla tamamladık derken önümüze gelen çıtır künefe ardından saatler 16:00'yı gösteriyordu..



Farklı bir kahvaltı deneyimi yaşamak isteyen lezzet düşkünlerine duyurulur..




Sevgiler...



Volkan...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Gizli Kalmış Bir Lezzet Durağı; Almira Balık Lokantası

Üç gün önce yazılmış olması gereken bir yazıyı geç yazıyor olmanın verdiği telaşla yazıyorum şu an.. Yanımda ki teyzenin kaçamak bakışlarına maruz kalıyor ekranım.. Feribot bir beşik gibi sallanıyor ve oturma planı bomboş iken, internetten aldığım, ellerimle seçtiğim koltuğun feribotun en kötü koltuğu olduğunu umursamadan yol alıyorum... İstatistikler beni buna zorluyor çünkü... Geçen hafta iki yüzün üzerinde tıklanmış blogum.. E artık kendi çapında bir okuyucu kitlem olduğuna göre, önce yemek sonra yazmak lazım... Zira okur taze yazı bekler... Buyrun size yepyeni bir 'Balık' yazısı..

Almira Balık Lokantası, Ali Yücel ve eşinin birlikte işlettikleri bir 'mikro' işletme.. Harbiye'nin yukarı köylerinden Döver Köyüne doğru ilerlerken, Can Kafe'yi geçer geçmez hemen yol üzerinde.. Buraya mikro işletme dedim çünkü Ali Bey ve eşinden başka çalışan yok..

Bundan yaklaşık bir yıl önce ziyaret etmiştik aslında ilk kez Ali Bey'i ve eşini... O zamanlar daha da küçük olan mekan, şimdi yeni eklenmiş kışlık salonu ve genişletilmiş bahçesi ile kendine bir büyüme hedefi koymuş gibi görünüyor..

Güzel havadan da faydalanarak bahçede bir masa kurdu bize Ali Bey... Bizden başka kimse olmadığını söylememe gerek yok galiba... Tam olarak evinizde hissediyorsunuz kendinizi dolayısı ile..

Altı kişilik arkadaş grubumuz ile 'balık balık balık' diye programlanmış olarak yola çıktığımız için doğal olarak önümüze konan herşeyi yemeğe ve beğenmeğe hazır idik ama Ali Bey ve eşi tam anlamıyla hakkını verdi balığın ve gecenin...

'Kendimizi ellerine teslim ediyoruz' dedik ve başladık önümüze gelecek lezzetleri beklemeye...

O ise bize yalnızca rakı tercihimizi sordu, biz de aramızdaki Tekirdağ'lı gelinimiz hatrına Tekirdağ tercih ettik. Yeşil Efe varken Tekirdağ tercihimiz olmuyor benim ve eşim İlke'nin aslında ama gecenin güzelliğinden midir, havanın hoşluğundan mıdır yok sa Ali Bey'in samimiyetinden midir bilinmez lıkır lıkır aktı boğazımızdan, keyif verdi, keyif kattı gecemize nihayetinde...

İlk olarak önümüze elleriyle hazırladığı roka salatasını koydu Ali Bey, ( düzeltiyorum bundan sonra Ali abi diyeceğim ! ) yerli domatesler,biraz sarmısak, kendi yaptığı nar ekşisi ve yöremizin hafif acımsı zeytinyağı ile çeşnilendirdiği salatanın hemen ardından kalamar kızartması geldi önümüze.. ' Abi biz bunu yiyene kadar sen ikincisini getirsen ama biraz daha kızartsan' demek istedik ama ' bu böyle yenir' yanıtı ile eğdik başımızı önümüze... Lahana ve salatalık turşusu Ali abinin eşinin ellerinden çıkmıştı, tabakların biri gitti biri geldi, sayamadım ne kadar turşu yediğimizi ama 'çok su içeceğiz bu gece' endişesi yersiz bir endişe oldu bizim için ertesi sabah..



Sert ve tuzlu yerel peynirimizi tereyağı ile yağladığı ve odun fırınında kiremit tabakta kızarttığı şaheseri için kelime bulamıyorum.. Ortaya çıkan sonuç içi pofuduk, dışı hafif kabuk bağlamış tuzlu bir marshmellow adeta, tam bir rakı mezesi olduğu oybirliği ile kabul edildi.

Biz kendimizden geçmiş lezzetler aleminde seyrederken Ali abimiz yine kiremitte hazırladığı Karides güveci koydu o anda önümüze.. Buraya kadar okudukları ile ‘ bu çocukta yediği her şeyi beğeniyor ama’ diyenler için işte şimdi söylüyorum:ıı ııhh ! olmamış! ya da şöyle diyelim ben karidesleri yanından tadını gölgeleyecek bir şey ile sevmiyorum.. Hele hele domates gibi asitli bir sebzenin ya da sarımsak gibi baskın bir tadın karidesin lezzetini tamamen örttüğünü düşünüyorum.. Üzerine sonradan türemiş, yüz yıllık adetimiz muamelesi gören kaşar serpiştirme gereksizliği de mevcuttu, ama grubun geri kalanının memnuniyeti benim memnuniyetsizliğimi gölgede bıraktı..












Tam ‘artık balık yiyeceğiz' galiba derken Ali abi elinde bir tabak ‘bugün şöyle bir çalışmam oldu, ben beğendim bakalım siz beğenecekmisiniz’ diyerek yeni bir tabak daha koydu önümüze…
Eline geçen midyeler ile midye dolma yapmak isteyen ama kabukları buna müsait olmadığı ve elinde başka midye kabuğu olmadığı için midyeli pirinç pilavı yapan ve bunları marul yaprakları içerisinde sunarak olaya farklı bir cepheden bakmaya çalışan Ali abinin önünde saygıyla eğiliyorum. Ha olmuş mu? Eh işte fena değil, limonlayarak hapur hupur götürdük ama burada önemli olan yıllardır alışılagelmiş kalıpların , reçetelerin ve tariflerin dışına çıkmayarak Türk mutfağının sınırlarını kalın çizgilerle çizenlerden biri olmaması Ali Abinin..






Ve balık zamanı geldi. Tabi yine biz aç insanlar grubu olarak olaya müdahale etmedik ve balıkların önümüze gelmesini bekledik. Izgara lüfer ( zamanı olup olmadığını bilmiyorum ama buzluktan geldiğine eminim ) lezzetli idi ve dahası tam kıvamında pişmişti. Kurumadan ve ilave bir lezzet olmadan pişmişti. Tatmin etti.

Almira Balık Lokantası salaş mekan tabirinin anlamını hakkıyla dolduran, keyifli bir mekan… Etrafta kimse olmadan keyif yapıyor olmak ta cabası..






En kısa zamanda program yapmalı ve Hasan ‘ı da götürmeliyim diye düşündüm gecenin sonunda.. Balıkları bir de Yeşil Efe ile test etmek lazım çünkü!

Tavsiyeler:
Giysi : Sınırsız Özgürlük !
Rezervasyon : Asla gerekmez ( tabi şimdilik! ) ama en azından açık olup olmadığını kontrol etmek için aranabilir. Çünkü müşteri gelmezse erken kapatabilirler.
Fiyat : Beklenenin aksine fiyatlar hayli uygundu. Kişi başı 30 TL ödedik ( alkol dahil )
Adres: Yukarı Döver Köyü, Harbiye; Antakya
Tel : 0.326.278 59 14 GSM: 0.538.679 16 26 ( Ali YÜCEL )
Bir başka keyif yazısında buluşmak üzere..
Sevgiler..
Volkan…

16 Mayıs 2011 Pazartesi

İbo'nun Yeri - Batıayaz





Batıayaz, Antakya'nın güneyinde Hatay'ın Samandağ ilçesine bağlı Musa Dağ eteklerinde sevimli bir yayla köyü.. 1939 yılına kadar bu köyde yaşam sürmüş olan Ermeni vatandaşlarımızın izlerini hala bulmak mümkün... İnşaası yarım kalmış Meryem Ana Ermeni kilisesi bu izlerin en önemlilerinden biri..
Batıayaz benim çocukluğumdan beri hep çok sevdiğim biryer oldu. Temiz havası, doğası, yeşili, suyu ve insana huzur veren sakinliği ile bir nevi benim ' Cittaslowum' oldu hep...


Hiç bir hafta içi günü hatta cumartesi bile gitiğimi hatırlamıyorum Batıayaz'a... Hep pazar ile ve tatil ile özdeşleştiği için huzur veriyordu kimbilir belki de...


Yine bir pazar gününe renk katmak için Batıayaz'ı tercih ettik bugün dostlarla.. Çok seçenek te yok aslında Batıayaz için... Yol boyu bulabileceğiniz piknik alanlarını ( popüler adları ile Kendin Pişir Kendin Ye ) saymazsak eğer, hemen köy meydanını geçer geçmez karşınıza çıkacak olan İbo'nun Yeri en ideal seçim olacaktır.


Burası hem bir fırınlı lokanta hem de kendin pişir kendin ye imkanı sunan temiz bir piknik alanı... Benim piknik anlayışım ise ikisini harmanlayarak pratik bir çözüm sunuyor ve İbo'nun Yeri bu formatı sağlayabilen en ideal mekanlardan biri..


Restaurant'ta hiç bir şey götürmeden gidebilir, ızgara, kebap, pide vb. seçeneklerinden sipariş edip, yerel mezeler ve salatalar eşliğinde afiyet ile yiyebilirsiniz; ya da etinizi, tavuğunuzu hatta balığınızı kendiniz götürebilir restauranttan size bir mangal hazırlamalarını,bir kaç güzel meze ve salata ile masanızı kurmalarını, etinizi şişlemelerini, balığınızı tavuğunuzu ızagaraya yerleştirmelerini rica edip, sadece etleri mangalda çevirmenin tarifi imkansız hazzını yaşayabilirsiniz... Biz öyle yaptık..

Menümüzde bugün için kanat vardı... Terbiyeli ve hafif acılı tavuk kanatları... Birkaç taze meze ve salata ile desteklediğimiz soframıza restaurantın nefis salatalık turşusunu da kattık... Bir önceki hafta alışveriş yaptığım Serinyol pazarından aldığım minicik kavun ve evden birlikte getirdiğimiz tam yağlı beyaz peynir ile Yeşil Efe'nin nefis bir açılışa imza attığı bu sahne gösterisinin sonunda köyün içindeki bir küfeciden sipariş edilen pek başarılı sayılamayacak ama lezzetli bir künefe şöleni dahi vardı...
Dost meclislerine renk katmak için her an kaçılabilecek bir mekan İbo'nun Yeri...


Temiz ama nispeten salaş, sakin ve uygun fiyatlı bir alternatif mekan...






Tavsiyeler:


Giysi: Sınırsız Özgürlük


Fiyat : Kişi Başı 10 - 15 TL ( içkinizi ve yemeğinizi kendiniz götürürseniz )Rezervasyon : Pazar günleri işi garantiye almak istiyorsanız rezervasyon yapabilirsiniz.


Adres: Batıayaz Köyü / Samandağ - HATAY


Bir sonraki yazıda buluşmak üzere..


Sevgiler..


Volkan..